Betül Yasemin Kökbek / Milliyet.com.tr – Kısa bir süre önce Eskişehir’in Seyitgazi ilçesine bağlı Yenikent Mahallesi’ndeki Küllüoba Höyüğü’nde yürütülen kazılarda dikkat çekici bir keşif yapıldı. Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü’nün izniyle süren çalışmalar sırasında tam 5 bin yıllık bir ekmek kalıntısı gün yüzüne çıkarıldı. ‘Küllüoba Ekmeği’ adı verilen bu buluntu, Uluslararası Müzeler Haftası kapsamında ilk kez Eskişehir Eti Arkeoloji Müzesi’nde sergilenerek kamuoyuna tanıtıldı. Sergilenmesinin ardından yerel ve uluslararası ölçekte büyük ilgi gören bu tarihi kalıntının detaylarını Kazı Başkanı Prof. Dr. Murat Türkteki paylaştı.
class=”medyanet-inline-adv”>
Türkteki, kazı alanının Eskişehir’in Seyitgazi ilçesine bağlı Yenikent Köyü’ne yaklaşık 900 metre uzaklıkta, köylüler tarafından ‘Küllüoba’ olarak bilinen bölgede yer aldığını belirtti. Bu alanın Erken Tunç Çağı’na (MÖ 3200-1950) tarihlendiğini vurgulayan Türkteki, Küllüoba Höyüğü’nde yapılan çalışmaların tarihin akışına ışık tutacak nitelikte olduğunu ifade etti. Nitekim, ‘Küllüoba Ekmeği’ buluntusunun ardından bu kez yine tarihe geçecek bir gelişme yaşandı. Arkeologlar höyükte ortaya çıkarılan ‘pithos mezar’ın üzerindeki kabartmalar sayesinde yeni veriler elde etti. Prof. Dr. Murat Türkteki, bu kez de söz konusu pithos mezarı ve üzerindeki kabartmaları Milliyet.com.tr’ye anlattı.
KÜLLÜOBA EKMEĞİNDEN SONRA ‘PİTHOS MEZAR’ DETAYI
class=”medyanet-inline-adv”>
Yaklaşık 30 yıla aşkın süredir Küllüoba Höyüğü’nde yürütülen çalışmalarda bugüne dek birçok kalıntı keşfedildi. Pithos mezar da bu kalıntılardan bir tanesi olma özelliğini koruyor. Mezarın bulunuşu henüz yeni olmasa da hikâyesiyle kamuoyunun dikkatini henüz yeni çekti ve mezarın üzerindeki kabartmanın ardında yatan sır dilden dile anlatılıyor. Antik çağda tahıl, zeytinyağı, şarap gibi ürünleri saklamak için kullanılan, ağız kısmı dar, gövdesi geniş, kalın çömlek küplere pithos deniyordu. Genişliği oldukça büyük olan bu pithos küpler, özellikle Tunç Çağı ve Demir Çağı’nda Anadolu, Ege ve Mezopotamya’da ölü gömme kabı olarak da kullanıldığı biliniyor. Özellikle çocuk yaşta ölenlerin bedeni pithosun içine konur ve küpün içine ölüler için bazı hediyeler bırakılırdı. Tıpkı Küllüoba Höyüğü’nden çıkan pithos mezar gibi.
Kazı Başkanı Prof. Dr. Murat Türkteki, Küllüoba Höyüğü’nün Batı Anadolu’da şimdiye kadar tespit edilen en erken yerleşim dışı mezarlık alanı olma özelliği taşıdığına, aynı zamanda en geniş alana yayılmış mezarlıklardan bir tanesi olduğuna dikkat çekti. Bugüne kadar bölgede çıkarılan iskelet sayısının, son buluntularla birlikte 160’ı geçtiği bilgini verdi.
160’a yakın iskelet bulunmasına rağmen araştırmacılar yalnızca 4 tanesi üzerinde radyokarbon analizi yapabildi. Bu analizlerin sonuçları, mezarların M.Ö. 3200-2900 yıllarına tarihlendiğini gösteriyor. Özellikle bulunan pithos, büyük küp içine yapılmış gömülerin yaklaşık 5000 yıl öncesine ait olduğunu kesin bir şekilde söyleyebilmeyi sağlamış oldu.

‘ARKEOLOJİ LİTERATÜRÜNDE TEK’
Arkeologların büyük bir titizlikle çalıştıkları pithos mezarın üzerinde eksik parmaklı el motifinin bulunması ve aynı zamanda mezar olarak kullanılmış olan pithosun ilk kez Küllüoba’da keşfedilmesini Prof. Dr. Murat Türkteki şu şekilde değerlendirdi:
class=”medyanet-inline-adv”>
“Bu yönüyle buluntu arkeoloji literatüründe tek ve çok özel bir yere sahip. Dolayısıyla bu pithos, dönemin inanç sistemlerine ve sembolik anlatımlarına ışık tutabilecek son derece değerli bir buluntu olarak literatüründeki yerini aldı. Pithosun üzerindekilerle ilgili sembolik yorumlar yapmak mümkün ama pithosun içinde bir çocuk gömüsünün bulunması, eksik parmaklı el motifini en güçlü şekilde ‘yakınını kaybeden birinin yasını ifade etmesi’ olarak görmemizi sağlıyor. Büyük ihtimalle bu, çocuğunu kaybeden bir annenin acısını simgeliyor. Pithosun rahmi andıran gövdesi ve ona doğru uzanan el de anne–çocuk bağını çok net bir şekilde vurguluyor.”

Pithos mezarın üzerindeki kesik el parmağı kabartmasını daha derinlemesine anlatan Prof. Dr. Türkteki, eksik parmaklı el motiflerinin Anadolu’da aslında farklı dönemlerde ve farklı yerleşimlerde de karşımıza çıktığını hatırlattı. En çok çanak çömlekler üzerinde görülen bu motifin duvar resimlerinde de örnekleri olduğunu söyledi. Konuyu örneklendiren Prof. Dr. Türkteki, Küllüoba’daki buluntuya oldukça benzeyen iki rölyef bezemeli örneğin Hacılar Höyük’te de bulunduğunu iletti. Prof. Dr. Türkteki, “Hacılar’ın yakınındaki Höyücek’te yine bir kap üzerinde boya ile yapılmış 4 parmaklı el motifi bulunuyor. Benzer bir örnek de Köşk Höyük’te ortaya çıktı. Burada insan biçimli bir kap var, kollar karna doğru uzanıyor ve eller yine dörder parmaklı yapılmış. Çatalhöyük’te ise tek parmağı eksik eller stencil yöntemiyle boğa başlarının ve duvarların üzerine basılmış“ açıklamasında bulundu.
class=”medyanet-inline-adv”>
GÖVDESİ RAHMİ, EKSİK PARMAK İSE YASI SEMBOLİZE EDİYOR
Küllüoba Höyüğü’nden çıkarılan G61 numaralı pithosun üzerindeki kol ve eksik parmaklı el figürünü nasıl değerlendirdiklerini anlatan Prof. Dr. Türkteki, “Biz doğrudan mezarın içindeki çocukla ilişkilendiriyoruz. Pithosun şişkin gövdesi aslında bir rahmi andırıyor, ona doğru uzanan el ise anne figürünü temsil ediyor. Eksik parmak ise çocuğunu kaybeden annenin acısını, yasını sembolize ediyor. Yani karna doğru uzanan el motifi pithosu adeta bir ana rahmine dönüştürüyor. Böylece anne–çocuk bağı üzerinden mezar sahibine hem duygusal hem de simgesel bir bağ kurulmuş oluyor“ diyerek pithosun üzerindeki motifin sırrını açıklığa kavuşturdu.

“Parmak kesme ritüeli aslında dünyanın farklı bölgelerinde yasın bir ifadesi olarak karşımıza çıkıyor. Özellikle Kuzey Amerika’da 15, Afrika ve Okyanusya’da 6, Güney Amerika’da ise 3 toplulukta bu geleneğin varlığı belgelenmiş. En çarpıcı örneklerden biri Papua’daki Dani Kabilesi. Dani kadınları, yakınlarını kaybettiklerinde acılarını göstermek için parmaklarını kesmişler. Bu ritüel, yasın en güçlü sembolik ifadesi olarak kabul edilmiş.” – Prof. Dr. Murat Türkteki
Anadolu’nun Neolitik ve Kalkolitik Dönemleri’nde çanak çömlekler üzerinde eksik parmaklı el motiflerine rastlandığını hatırlatan Prof. Dr. Türkteki, “Hatta bazen elin kendisinin mühür gibi kullanıldığı örnekler de mevcut. Bu motiflerin azımsanmayacak kadarının eksik parmaklı olması gerçekten dikkat çekici. Normalde biz yasın sözlü ifadelerle ya da törenlerle yaşandığını düşünürdük. Ancak bu motif bize gösteriyor ki, insanlar acılarını aynı zamanda malzeme kültürü üzerinden de dile getirmişler. Eksik parmak teması çok dikkat çekici. Büyük ihtimalle kişisel kayıpları, özellikle çocuk ya da yakın akraba ölümlerini sembolize ediyor. Bununla birlikte, pithosun bir mezar olarak kullanılması ve motife eşlik eden diğer semboller, sadece bireysel yas değil, toplumsal yas pratikleri hakkında da ipuçları veriyor” dedi.
class=”medyanet-inline-adv”>
Türkteki ayrıca, bu sembolün ölümle birlikte doğurganlık, koruma ve yeniden doğuş gibi kavramlarla da ilişkilendirildiğinin altını çizdi. Yani motif tek başına bir kayıp ifadesi değil, aynı zamanda bir döngünün, yaşamın devamının da sembolü. Ancak Prof. Dr. Türkteki, bu motifle ilgili en önemli detayın bu tür bir motifin mezar bağlamında belgelenmesinin Anadolu’da ilk kez Küllüoba’da karşımıza çıktığını iletti. Bu örnek de dönemin yas ve ölüm anlayışına dair daha fazla detayın olduğunu gösteriyor.

‘MEZARIN İÇİNDEKİ SALİSİK ASİT ASPİRİNDE DE VAR’
Küllüoba’da yapılan çalışmalarda, İlk Tunç Çağı’na ait ‘depas amphikypellonun’ adı verilen bir kabın içinde salisilik asit kalıntıları da tespit edildi. Antik tıpla birçok bilgiyi de beraberinde getiren bu kabın içinde bulunan salisilik asit, günümüzde kullanılan aspirinin de temel maddesinden başka bir şey değildi. Doğada söğüt ve kavak kabuklarında bulunan salisik asidi Antik Çağ’da da insanların bu bitkileri kaynatarak ya da doğrudan çiğneyerek ağrı, ateş ve doğum sancılarını hafifletmek için kullandıkları görüldü.
Prof. Dr. Türkteki,“Küllüoba’da analiz ettiğimiz yedi depas örneğinden ikisinde salisilik asit bulundu. Bu çok önemli çünkü bugüne kadar bu maddenin kullanıldığını sadece yazılı kaynaklardan biliyorduk. İlk defa arkeolojik olarak, yani doğrudan fiziksel kanıtını bulmuş olduk. Bu da bize, İlkTunç Çağı toplumlarının bitkisel ağrı kesicileri bildiklerini ve bunları tedavi ya da ritüel amaçlı kullandıklarını gösteriyor” dedi.
Açıklamalarını başka etnografik örneklerle destekleyen Prof. Dr Türkteki şu ifadeleri kullanarak açıklamasını noktaladı:
“Mesela Dani Kabilesi’nde yas tutma sırasında kadınların parmak ya da falankslarını kestikleri biliniyor. Önce parmak ip ile sıkıca bağlanarak uyuşturuluyor, sonra kesiliyor, ardından da kanamanın durması için dağlama yapılıyor. Bu süreçte ağrı kesici ya da hatta halüsinatif bitkilerin kullanılmış olma ihtimali çok yüksek. Tam da bu noktada, Küllüoba’da bulduğumuz salisilik asit kalıntıları, benzer uygulamalarda kullanıldığını düşündürüyor. Dolayısıyla bu keşif, arkeoloji literatürü açısından son derece değerli bir veri.”
.